Zordur bir sevgiden, sevgiliden ayrı düşmek. Topraklarında gözünü açtığınız, havasına suyuna, ormanlarına, kuşlarına, dostlarına sıcacık bağlandığın kentinden köyünden ayrılmak da... Bir aşkı dört başı mamur yaşamışsanız eğer, ondan kopmanın acısını anlatacak sözcük bulabilmek ise olanaksızdır. Hangi konumda hangi yaşta olursanız olun, ölümden beter gelir insana. Gün demez gece demez özlersiniz. Burnunuzun direği sızlar. Bu nedenle değil midir şiirlerin, romanların, filmlerin ana temalarının ayrılıklar, kalp kırıklıkları, onulmaz aşk acılarından oluşması. Bazı şairler vardır, dizeleri ile duygularınıza öylesine sesleniverirler ki, ilk okuduğunuzun üstünden yıllar da geçse düşüverir bir anda belleğinize. Orhan Veli’nin “Ayrılık” şiiri gibi:

                                          Baka kalırım giden geminin ardından

                                          Atamam kendimi denize dünya güzel

                                          Serde erkeklik var ağlayamam

Erkek egemen toplumun raconuna uygun son dize. Aileler erkek çocuklarını yetiştirirken onların bilinçaltına “erkek adam ağlamaz” tümcesini özenle yerleştirirler. Çocuk kızsa bırakın ağlasın. Anası ağlamıştı zaten. Büyüyünce o da öğrenecek ağlamayı. Böyle bir coğrafyada kadın olarak dünyaya geldiği için, kadın sorunsalı ile baş etme uğraşı verirken yaşamdan tat alma fırsatı bile bulamadığından gözyaşları eksik olmayacak.

          Anamal düzeninin küreselleştirdiği dünyada bireyler kobay gibi kullanılıyor. Onları tek tip bir formata oturturken kadın erkek ayrımı yapmıyorlar. Ne yiyecekleri, ne içecekleri, ne seyredecekleri, hangi müziği dinleyecekleri belli. Trent diyorlar buna. Üçüncü dünya halkları ise  kendileri için çizilen projeler gereği, nedenini, niçinini sorgulamaksızın sadece savaşıyorlar. Ama din uğruna ama mezhep uğruna. Kendi insanlarını öldürüyorlar, dindaşlarını,kendi yurttaşlarını, çoluk çocuk demeden…Vahşice. İlkellikle. Korku salıyorlar halklara. Bölge halklarının kullanamadığı yer altı servetini zengin emperyalist ülkelerin ayağına sermek için, silah sanayiine yeni ufuklar açmak için savaşıp duruyorlar. Yokluk, açlık, yoksulluk içinde insanlar, yurtlarından evlerinden ülkelerinden hiç bilmedikleri kültürlere savruluyorlar. O insanların duyguları ile kimse ilgilenmiyor. Ayrıldıkları topraklara, sevgililerine, ana babalarına özlem duyup duymadıkları, çocuklarının gelecekleri, kimi sivil toplum kuruluşlarının dışında kimsenin umurunda değil. Onlar çağımızın yürek burkan göç kervanının umarsız yolcuları.  21.Yüzyılın henüz başında ortaya çıkan unutulması olanaksız bir büyük insanlık dramı. İnsanlık ayıplarından utançlarından en unutulmayacak olanı.

        İkinci dünya savaşında Almanya ve İtalya’da su yüzüne çıkan rejim karşıtlarını, muhalif yazar ve sanatçıları ülkelerinde barındırmama politikaları, savaş sonrası da pek çok ülkede kendini göstermeye başladı. Bu ülkeler arasında Türkiye de vardı. Üniversitelerden atılmalar, baskılarla işten çıkarmalar, muhalif ya da solcu diye polis ve adliye soruşturmalarına uğramak, tek parti döneminde başlayan ve günümüze uzayan iktidarlarda gelenekselleşen bir devlet tutumuydu. Elbette sürgünler de… En bilinen sürgünlerimizden biridir Nâzım Hikmet. Gazeteci yazar Doğan Özgüden, İnci Özgüden gibi yurda girişleri yasak nice aydın yurttaşımız var. Soralım kendimize: onlar için empati yapabiliyor muyuz? Doğdukları, soluk aldıkları basınına,edebiyatına emek verdikleri ülkelerine özlem duymazlar mı? Katillerin, kaçakçıların sınırları girip çıkmaktan aşındırdıkları ülkede galiba en ağır suç düşünmek, düşündüğünü ifade etmek, açıklamak, yazmak. Tuhaf ki tuhaf.                                                                                                      Nâzım da ülkesini göremeden öldü. Ona bu cezayı reva görenler şimdi Moskova’da mezarını ziyaret ederek şiirlerini okuyorlar. Ne utanmazlık ama. Yaşantısının uzun bir bölümü cezaevi ve sürgünde  geçti bu yetenekli uluslararası üne sahip şair ve sanatçının. Onun “Vapur” şiiri ile sonlayalım yazıyı. Ayrılıklar, özlemler değil, hep sevgiler aşklar olsun yaşantınızda.

                                                      Vapur

                                       Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,

                                       teper ha babam teper

                                              parçalanmaz

                                                    teper taşlı yolları.

                                        Bir vapur geçer Varna önünden

                                        uy Karadenizin gümüş telleri,

                                        bir vapur geçer Boğaza doğru,

                                        Nâzım usulca okşar vapuru

Yanar elleri.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------