3 MAYIS 2012'DE VEFAT EDEN VE 4 MAYIS'DA EREĞLİ'DE TOPRAĞA VERİLEN ÜNLÜ RESSAM OSMAN ZEKİ ORAL'I ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE
GAZETEMİZDE DAHA ÖNCE YAYIMLANAN HABERİ İLE ANIYORUZ.
Osman Zeki Oral’ın evinin sanat ve kültür kokan evinde yemekli toplantılar sıkça yapılıyordu. 18 Mart Hocanın doğum günüydü. Öğrencileri O’na sürpriz bir doğum günü hazırlamışlardı.
Kdz. Ereğli Belediyesi’nin düzenlediği hamsi festivalinin fikir babası Osman Zeki Oral’dı. Bu festivallerin birinde sanatçı dost ve arkadaşları ile birlikte Bozhane’de toplu halde fotoğraf çektirildi. Önde oturan da Meral Atsan.
Mayıs 2012 tarihinde yitirdiğimiz ünlü Ressam Osman Zeki Oral’ın öğrencilerinden Meral Atsan, hocanın kimseye açıklamadığı aşkını nasıl öğrendiğini ve şaşkınlığını da ifade eden duygularını yazdı. Kıyı Dergisi’nde de yayımlanan bu yazıyı Meral Atsan’ın izniyle sizlerle paylaşıyoruz.
Atsan bu yazısında hem Osman Zeki Oral ilgili çalışmalarını, dernek kurma girişimlerini, rahatsızlandığı dönemi ve kimseye söylemediği aşkını şöyle ifade etti:
İLK TANIŞMA
Osman Zeki Oral’la, 1990 yılında, Ankara’da, Galeri Müdürü iken, kendi açtığı resim sergisinde tanıştım. Uzun boylu, çok samimi, içten biriydi. Taneri Resim Grubu olarak bulunuyorduk orada. Hocamız Feryal Taneri, lisede iken Osman Hoca’nın öğrencisiymiş. Şimdi kendi öğrencilerini, Osman Hoca’nın ziyaretine getirmişti. Bizlere çok kibar davranmış, hepimizle ayrı ayrı ilgilenmişti. 1991 yılında Ereğli festivali çerçevesinde, belediyenin sanatçı konuğu olarak bulunuyordu. Bizler resim grupları olarak, amatörce resimler yapıyorduk. Karma sergide, Osman Hoca yanıma geldi. Tablomun önünde durdu, benim kalbim duracak, “Temiz ve titiz çalışmışsınız, beğendim.” dedi. O günü hiçbir zaman unutmadım, heyecanla yaşarım
KARTLAÇ KEYFİ
Her yaz geldiğinde ziyaretine gitmeye başladım. Doğup büyüdüğü eski evde kalıyordu. Ev bakımsız olmasına rağmen, kendine göre düzenini kurmuş çalışıyordu. Osman Hoca’nın mutluluğu her halinden belliydi. Kız kardeşi, Şükran Abla yanında kalıyordu. Ereğli’ye özgü olan kartlacı, büyük bir tepside pişiriyor, gelen gidene çayla ikram ediyordu. Kartlaç mısır unundan yapılır. Bir nevi kek türüdür. İçine bol ceviz ve kuru üzüm konulur. Osman Hoca, ikramı da çok seven biriydi.
ARMUT AĞACININ VERDİĞİ HUZUR
“Artık kesin Ereğli’ye taşınacağım.” demişti. Bahçe düzenlemesi yapılmıştı. Bahçedeki o büyük ihtişamlı çamları anlattı. Elli sene öncesi Bolu’dan getirmişti. Çok yakın dostu olan, Ressam Orhan Bahri Ersoy’un gönderdiğini söyledi. Evin arka tarafında, eski bir üzüm bağı vardı. Budanmaktan yaşlanmış ve de bükülmüştü. Yan tarafta kalın, büyük bir ağaç vardı. Kış armuduymuş. Çok armut verdiğini komşularıyla paylaştığını söyledi… Ağacın dibinde serinlikte oturmak, yoldan geçen tanıdıkları ile konuşmak ona büyük bir haz veriyordu… “Osman Abi hoş geldin, artık gitme, Ereğli’de kal.” diyorlardı. Evinin üst katından, açık olan camdan, müzik sesi geliyordu. “Rahatsız olursanız, kapatalım.” diyordu. Çok kibar bir beyefendiydi.
HAMSİ FESTİVALİ O’NUN FİKRİYDİ
Ereğli Hamsi Festivali, Hoca’nın fikridir. 1998’de yine hep birlikte oturuyorduk. “Ressam arkadaşlarla, resim grupları, müzik, edebiyat öğretmenleri, hepsini toparlayın. Balık, ekmek, soğan, helva, ızgara ve içeceklerle burada ‘balık şenliği’ yapacağız.” dedi. Balığı çok seviyordu. Yaptık. Balonlarla bahçeyi süsledik. Adeta bayram yeri gibi olmuştu. Her yer balık kokuyordu. Osman Hoca mutlu, bizler de mutluyduk. Çok güzel anlar yaşamıştık. Hep birlikte, iki-üç kere daha tekrarladık. Sonra belediye başlatmış oldu. Ereğli Balık Festivali’nin mimarı Osman Zeki Oral’dır…
HAYALİ SANAT VE KÜLTÜR EVİYDİ
Evinin yan tarafında kalan, küçük yıkık evi almak istediğini söyledi. Epey bir paraydı. Doğup büyüdüğü evin mutlaka müze olması gerektiğini söylüyor, gerekli mercilerle görüştüğünü her fırsatta anlatıyordu. “Bu küçük evi alırsam yaptırır, burada otururum.” diyordu. Osman Hoca yıllar sonra, özüne toprağına dönüyordu. Şimdi burası Osman Oral Sanat ve Kültür Evi’dir.
TUĞLALARI BÖCEKLER YEDİ
2002 yılının aralık ayıydı. Ankara’dan telefon etti. Çok kibar bir şekilde, “Sizden bir ricam olacak Meral Hanım.” dedi. “Evde ustalar çalışıyor, bugün onlara para gönderdim. Çalışıp çalışmadıklarına bakar mısınız?” Kontrol etmemi istiyordu. Ustalar çalışıyorlardı. Bolu’dan gelmişler. Beş kişiydiler. Ev restore edildiğinden aslına uyulması gerekiyordu. Ustabaşı olan Ahmet Usta, konuştuğumuzda, “Ben bu işlerden anlamam, mimar da değilim.” dedi. Ahmet Usta haklı, Osman Hoca yok! Ankara’da. Gelmesi de mümkün değil. Tuğlaların aralarında boşluklar var. Tuğlayı böcekleri yemiş, oymuşlar, oraların çimento ile doldurulması gerekiyor. O zaman orijinalliği yok olacak, mimar kızacak. Eğer içleri doldurulmazsa en ufak sarsıntıda, küçük bir depremde ev yıkılacak. Ahmet Usta’ya, “Bildiğini yap, sağlam olması daha önemlidir.” dedim. Osman Hoca’ya durumu anlattığımda kahkahalarla gülmüştü. Ev hem sağlam hem de çok da güzel olmuştu…
SİPARİŞLE RESİM YAPIP GEÇİNİYORDU
Büyük usta evine yerleşmiş, Ereğli’de yaşamaya başlamıştı. Kendi çalışmalarımı gösteriyor, fikir alışverişi yapıyorduk. Hoca ise sipariş resimler yapıyor, paraya ihtiyacı olduğunu “Ödemem gereken yerler var” diyordu. Devamlı yalnızlıktan şikâyet etmeye başlamıştı. Erzurumlu eczacı bir arkadaşı vardı. Antalya’da yaşıyordu. Hoca’ya anında para gönderiyor, sipariş resim yaptırıyordu. Hoca da ödemelerini yapıyordu. Arada, peynirler, muzlar postayla geliyor, hep birlikte yiyorduk.
AMİRALİN EŞİ ARADI
2008-2009’da Şükran Abla artık gelemiyordu. Romatizmaları vardı. Yürüyemiyordu. Hoca kız kardeşine çok düşkündü, üzülüyordu. “Yaşlandık” diyordu. Filyos’taki evlerine, yazları, Hoca’yı da aldırıyorlardı. Hoca artık kendi başına yapamayacağını anlayınca, yanına yardımcı bir kadın alındı. Yemekleri yapıyor, evini temizliyordu. Harcama kalemleri daha da artmıştı. Eli açık bir adamdı. Gelen konukları da çoktu. İkramlar yapılırken, çok mutlu oluyordu… Yine bir gün beni aradı. “Bugün Amiral ve eşi ziyaretime geliyor, Sanat ve Kültür Evi’nde ev sahipliği yapar mısın?” dedi. Amiralin eşi, daha sonra, çok değer verdiği öğrencisi olmuştu. Osman Hoca’ya çok önem veriyorlardı. Çok değerli dostlukları olmuştu.
ARTIK YÜRÜYEMİYORDU
Yine bir gün oturuyorduk ressam arkadaşlarla… Dernek kurmaya karar vermiştik. Hoca’nın fikriydi. Mükemmel bir şeydi, Hoca başımızda… Maalesef kurulamadı, hastalanmıştı. Zonguldak’ta Tıp Fakültesi’ne gidip, geliyordu. Kursiyer kadınlar bu durumda çok yardımcı oluyorlardı. Hoca ile konuştuğumuzda “Atölye açabiliriz” dedi. Yer bulamadık. Sağlık durumu ise iyi değildi. Evden dışarı çıkması çok zordu, yürüyemiyordu. Sanat ve Kültür Evi’nde bu işi pekâlâ yapabilirdik. Hoca’yı ise ikna etmek pek kolay olmadı!
AŞK NASIL BİR ŞEYSE
2009’da resim atölyesi çalışmalarımız başladı. Bütün sorumlulukları üstlenmeyi kabul ettim. Hoca için evi çok önemliydi. Gelenlerin zarar vermesini istemiyordu. Zor şartlar içerisinde bu eve sahip olmuştu. Arkadaşım Cahide Sart ile birlikte bu işe başlamış olduk. “Sizler artık benim asistanımsınız, teşekkür ederim” diyordu. Çalışmalarımızda Hoca’dan çok şey öğreniyorduk. Aynı zamanda bir tarih adamıydı, çok bilgiliydi. Gerçek bir Atatürkçüydü… Yine bir gün oturuyorduk. “Bende bir emanetiniz olacak. Onu artık size vermek istiyorum” dedi. “Yıllarca sakladım” dedi. Oturduğu yerden kalktı, kütüphanesinden bir kitabın arasından vefat eden öğretmen ablamın fotoğrafını getirdi. Nutkum tutuldu. “Neden sizde?” dedim. Bolu Öğretmen Okulu’nda öğretmen iken, başka birinin aracılığı ile eline geçmiş. Yüzüne baktım, gözlerindeki o ifadeyi anlatmam mümkün değil… Aşk nasıl bir şeyse… İşte böyle bir şey… Hoca duygularını içinde yaşayan biriydi!
KATALOG HAZIRLANINCA ÇOK MUTLU OLDU
Türk motiflerine, yazmalara, yemenilerdeki oyalara, ibrik, çanaklara çok önem veriyordu. Çalışmalarımızda yer vermemizi istiyordu. Büyük isteği belediyenin katalog hazırlamasıydı. Bolu sergisinde Hocaya yakışır biçimde, katalog hazırlanmıştı. Ziyaretimize gelen o dönem kaymakamına durumu anlattı, düşüncelerini de söyledi. Bağlantılar kuruldu. Osman Hoca’nın sergisine festival içerisinde, belediyenin hazırladığı katalog yapılmış oldu. Çok mutlu oldu. “Bugünleri de gördüm” demişti…
AÇLIĞI DA TOKLUĞU DA BİLEN BİRİYDİ
Osman Hoca yorgundu. Sergilerin ardı ardına oluşu onu yormuştu. Dikkat etmemize rağmen, yalnız kaldığında diyetini bozuyor, istediğini yiyip içiyordu. Yalnızlıktan daha çok şikayet etmeye başladı. Yeğenleri ise hiç aramıyorlardı. Eline para geçtiğinde onlara gönderiyordu. Sepet dolusu çilekler, benim yaptığım reçeller onlara gidiyordu. “Hoca onlar seni aramıyor, sen niye gönderiyorsun?” dediğimde öylece gülüyordu… Hoca, açlığı ve tokluğu bilen bir adamdı…
YEĞENLERİ VASİSİ OLUNCA
Hoca’nın hastaneye yattığını ve sağlık durumunun iyi olmadığını söylediler. Yalnız ve morali bozuk dediler. Hüzünlüydü. Ressam arkadaşları görünce çok sevindi. Noksanlarını aldık. Bizler onun ailesiydik. Üç gün sonra Ankara’daki hastaneye sevk edilmiş. Telefon etmek istiyoruz nasıldır, iyi midir, kötü müdür merak ediyoruz onu sevenler… Telefonu cevap vermiyor kapatılmış. Doktoru görüşmelere izin vermiyormuş. Yeğenleri Hoca’nın vasisi olmuşlar. Yapılacak bir şey yok…
DOĞUM GÜNÜNÜ BİRLİKTE KUTLAMIŞTIK
Son konuşmamda Hoca hastanede idi. Ankara’da yanında bakıcı kadın vardı. Bin bir zorlukla konuşmayı başardım. “Artık gelemem” diyordu, mantıklı konuşuyordu, aklı başındaydı. Eşimle de görüştü. Ona da aynı şeyleri söylemiş. Hoca büyük çınar ağacı, bizler onun gölgesindeydik. Ayrılma zamanı geliyor olmalıydı. 18 Mart Hoca’nın doğum günüdür. Hep birlikte kutlamış, ona hediyeler almış, sevdiği pastayı da yapmıştık. Çok güzel günler yaşadık.
ÇOK KÖTÜ OLDUM
3 Mayıs 2012 Perşembe, telefonum çaldı. Acı haber çabuk gelir nedense… Hoca’nın vefat ettiğini söylediler. Şeker ve tansiyon hastası olduğum için, çok üzüldüm. Kötü olmuştum. Aslında beklediğim bir durumdu. Haber vermem gereken yerleri bir bir aradım. Hoca böyle isterdi, dedim. Ankara’daki törenden sonra, Ereğli’ye getirildi. Belediye’nin hazırladığı tören yapıldı. Bozhane Camisi’nde namazı kılındıktan sonra Şehir Mezarlığı’ndaki aile kabristanında toprağa verildi…