14/28 Mayıs seçimlerinden sonra en çok parti içi tartışma CHP’de yaşanıyor. Bundan doğal ne olabilir ki? Kampanya sırasında çıtanın o kadar yükseğe konması CHP seçmenindeki hayal kırıklığının ana nedeni. Seçim cepte keklik anlayışıyla ve aksi olasılık düşünmeden yapılan atılımların acısı da yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Bakanlık vaadi ile aday olmayan veya olamayan parti kadroları şimdi meclis dışında. Yüzde birlik partilerin vekilleriyse kendilerine piyangodan en büyük ikramiye çıkmasının keyfini sürüyorlar! Üç dönemden başlayarak yedi döneme uzanan zaman diliminde merkez yoklaması ile milletvekili olan nomenklatura kadrolar ise olasılık hesaplarına göre taraf değiştirmekle meşguller.

CHP’ye gönül veren, örgütte ömrünü tüketen kadrolar partinin bir an önce demokratikleşmesini istiyorlar. Bunun için parti içi demokrasiye dönük taslaklar hazırlıyorlar, Tüzük Kurultayının toplanmasını istiyorlar. Elbette haklılar. Ama çok basit görünen gerçekte çok önemli ayrıntıları da gözden kaçırıyorlar. Nedir onlar? Anlatayım.

12 Eylül öncesi yapılan Kurultaylarda gündem aşağı yukarı şöyle şekillenirdi: Kurultayın açılışı ve divanın oluşumu, çalışma raporunun okunması, rapor üzerinde görüşmeler, genel başkanın bunlara yanıtı, aklanma ve daha sonra a) Genel Başkan b) Parti Meclisi c) Yüksek Disiplin Kurulu seçimleri, dilekler ve kapanış.

Gelelim 12 Eylül sonrasına… Bu dönemin en büyük özelliği parti içi demokrasinin bir yana itilerek lider otoritesinin öne çıkmasıdır. Genel başkanların çevresini kuşatan profesyonel kadrolar bunun çaresini bulmuşlardır. Bugün particilikten uzak seçmenlere masum gelecek bir öneri hazırlarlar. Bu, Kurultay açılır açılmaz genel başkanlık seçiminin yapılmasıdır. Öneri gerçekleştikten sonra gerisi kolaydır. Artık Kurultaydan sonra en yetkili organ Parti Meclisi genel başkanın hazırladığı kılavuz listeden oluşacaktır. Bu, daha birinci gün liderin dizginleri ele alması demektir! Artık partilerin gündemlerinde genel başkan seçiminin önde yer alması normal hale geldi. 12 Eylül öncesi Kurultaylarda, delegelerin, medyanın ve kamuoyunun dikkatle izlediği madde genel başkanın eleştirilere verdiği uzun ve içerikli yanıtlardı. CHP’nin son Kurultayında genel başkanın eleştiriler sırasında salonda yoktu! Elbette eleştirilere yanıt vermesi de söz konusu değildi.

Bir anekdotu yazmakta yarar görüyorum. Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) 25/26 Haziran 1988’de II. Olağan Kurultayını yapıyordu. Genel Başkan İnönü’nün karşısındaki aday merhum İsmail Cem’di. İnönü bir gün önce il başkanlarını topladı. Kulisler genel başkan seçiminin ilk güne alınmasını istediği yolundaydı. Erken gelen delegeler ve partililer meraklarla sonucu bekliyorlardı. Alfabetik sıraya göre görüşmeye önce Adana İl Başkanı Ziya Yergök girmişti. Ama dakikalar geçiyor başkan dışarı çıkmıyordu. Sonra konu aydınlığa kavuştu. Yergök militanca İnönü’yü desteklemesine karşın bu öneriyi antidemokratik ve parti içi demokrasiye aykırı buluyor ve inatla karşı çıkıyordu. Ama Erdal Bey’in demokrat yanı ortaya çıktı bu görüşmeden sonra önerisini geri çekti. Bugün Yergök gibi il başkanlarını ara da bul! Onlar ve genel başkanın seçtiği milletvekilleri sadece bağlılık bildirisine imza atıyorlar. Geçen dönem parti içi demokrasinin tek kalıntısı da yok olup gitti. Atatürk’ten bu yana milletvekilleri gizli oyla grup başkanvekillerini seçerlerdi. Genel başkan bu yetkiyi de kullanma yolunu seçti. Bir tek vekilden bile ses çıkmadı. Listeye giremeyenler şimdi yerlerini alan yüzde birlik parti milletvekillerine bakıp feryat ediyorlar; ama bu feryat havaya savrulmaktan başka işe yaramıyor!

Sayın Kılıçdaroğlu 12/13 Kasım 2021 günü televizyonlarda bir video yayınladı. Buradaki konuşmasında Helalleşme atılımını başlatıyor ve gerekçelerini açıklıyordu. Bunlardan biri de şöyleydi:

“Benin liderliğini yaptığım partinin de geçmişte yarattığı derin yaralar vardır. Uzun süredir bu yaraları yaratan sistemi değiştirmekle uğraştım. Şimdi ise dışarıya dönme zamanı.” Bu çok önemli konuşma ve daha önceki benzerleri Sayın Kılıçdaroğlu’nun partiyi istediği çizgiye getirdiğinin örneğidir. Kendisi de sık sık yinelemiyor mu? “CHP eski CHP değil” diye.

Pekiyi demokratik bir parti, ana ekseninde, programında tasarladığı değişikliği nasıl yapar? Gazetelerde yeni CHP yönetiminin Alman Sosyal Demokrat Patisini (SPD) incelemeye aldığı yolunda haberler var. O zaman SPD tarihini dikkatle incelemeleri gerekiyor. Örneğin 1951 Frankfurt, 1959 Godesberg kongrelerine bir göz atmakta yarar var. Makas değişikliği anlamına gelen taslağın parti örgütlerinde, basında ve kamuoyunda aylarca tartışıldığını göreceklerdir. 12 Eylül öncesi CHP’de de öyle değil miydi? Ortanın Solu tartışmaları yıllarca sürmüştü. “Bu düzen değişmelidir”, “Toprak İşleyenin Su Kullananın” bilgilerini içeren 1969 seçim programı Parti Meclisinde fırtınalar yaratmış ve ancak oy çokluğu ile kabul edilebilmişti.

750 TON KÖMÜR ALINACAK 750 TON KÖMÜR ALINACAK

Sayın Kılıçdaroğlu bunları görmezden gelerek ve elindeki antidemokratik yetkiyi kullanarak istediği milletvekili listeden çıkarıp istediği çizgideki kişiyi listeye koyarak partideki değişimi sağlamıştır. Sadece bir örnek vermekle yetineceğim. 2011 seçimlerin Sayın Kılıçdaroğlu CHP Bursa listesinden CHP Genel Başkan Yardımcısı ve değerli diplomat Onur Öymen’i çıkardı. Yerine Aykan Erdemir’i koydu. Aykan Erdemir kim? Bilenler bilmeyenlere anlatsın!

12 Eylül öncesi seçim sonuçları örgütte, bölge toplantılarında, Parti Meclisinde ve en son Küçük Kurultayda tartışılırdı. Bugün Küçük Kurultay diye bir organ yok!

Türkiye’nin en önemli, hava gibi, ekmek gibi, su gibi yakıcı sorunu demokrasidir. Şu iyice bilinmelidir kendi içinde demokrasi olmayan bir parti ülkeye demokrasi getiremez.

Kemal ANADOL

Editör: Derya Tetik