O zaman da öyleydi şimdi de aynıdır.

Çarşının içerisinde üç tane, mahallelerde olanları da sayarsanız tamamının sayısı dokuzu onu geçmezdi. Cemaatleri bile belliydi. Hocaları da camileriyle bütünleşmiş özel insanlardı.

Gerçi camiler hala yerlerindeler de artık o cemaatleri yok.

Çarşıdakiler Hamamüstü, Ali Molla, İskele camileridir.

Cemaatleri de belliydi derken, çarşı esnafının bazıları alışkanlıkla, bazıları da zorunluluktan vakit namazlarını bu üç camiden birinde kılarlardı.

Esnaf genelde dükkanına yakın olan camiye giderdi ama merdiven çıkmakta sıkıntısı olanlar, ayaklarından zorluk yaşayanlar “düz ayaktır” misali İskele camisinin yolunu tutarlardı.

Hamamüstü ve Ali Molla camilerine girilirken epeyce bir merdiven çıkılırdı. Camilerin bu yükseklikleri cami cemaatini belki biraz zorlardı, yorardı ama alt katları da bazı kasaba esnafının ekmek kapısı olarak işe yarardı.

Mesela

Hamam Üstü Camisinin alt katı o yıllarda kasabada birkaç tane olan gıda toptancılarından Rahmi Ulukaya’nın işyeriydi. Sabahtan akşama kadar dükkânın içerisinden dışarıya, dışarıdan içeriye koli koli, çuval çuval, teneke teneke gıda maddeleri temizlik malzemeleri taşınırdı.

Aynı şekilde Ali Molla Camisinin de zemin katında işyerleri vardı. Caminin zemin katındaki büyük alan uzun yıllar kahvehane olarak kullanıldı. Neredeyse hiç kapanmazdı. Tavanının yüksekliği yazın içerisini serin tutardı, fıçıdan bozma kocaman sobası da kışın kimseyi üşütmez kahvenin tıklım tıklım dolmasına neden olurdu. Kasabalı burayı Hamallar Kahvesi olarak bilirdi. Bu büyük alan daha sonra lokantaya dönüştü yıllarca Hafızın Lokantası adıyla hizmet verdi.

Çarşı esnaflarının genelde dükkanlarına en yakın camiyi tercih etmelerinin bir başka nedeni, belki de esas sebebi on, onbeş dakikalık namaz zamanı için dükkânı kapatıp açma zahmetinden kurtulmak içindi.

Gerçi namaz zamanında on onbeş dakikalığına dükkâna bakacak, dükkân sahibine yardımcı olacak, dükkânı bekleyecek birisi yoksa da bu pek mesele edilmezdi, çaresi vardı.

Dükkânın açık bırakılan kapısına çaprazlamasına bir süpürge sapı dayamak veya dükkân önünde oturmak, gelen geçenle bir iki laflayıp yarenlik yapmak için bulunan oturma yeri de hasırdan yapılmış küçük tabureyi açık kapının ortasına koymak yeterli olurdu.

Gerçekten de namaz zamanı, çarşı dükkanlarının giriş kapıları kapatılmazdı. Abdest alınıp, vakit geldi deyip camiye doğru yola çıkılırken kapıya çaprazlamasına konulan bir sopa veya açık kapının ortasına konulan tabure ile müşteriye “az bekle camiye gittim geliyorum” mesajı bırakılırdı.

O zamanlar öyleydi, bir avuç kasabanın bir avuç esnafının dükkân kapıları, hatta mahallelerde bahçe içindeki evlerin kapıları bile her daim kilitlemezdi böyle bir alışkanlık yoktu, ayrıca buna gerek de yoktu.

Çarşı camilerinin en kalabalık, en yoğun olduğu zamanlar elbette cuma namazlarıydı.

Çok eski zamanlardan buyana Pazartesi ve Cuma günleri kasaba çarşısında köylü pazarı kurulur.

Pazartesi gününe nazaran Cuma günleri, köylü erkeklerinin Cuma’yı kasabada kılmak istemelerinden sebep çarşının hem nüfusu hem de haraketliliği çok artardı. Hal böyle olunca da çarşı Camilerinde kılınan Cuma namazlarının cemaatleri de daha fazla olurdu.

Nedense garip bir şekilde küçük kasabanın küçük olan çarşısının tüm camileri çarşıyı ikiye bölen derenin tek bir tarafında toplanmıştır. Millet bahçesi, Un pazarı taraflarına o günde bugünde kalıcı bir cami yapılmamıştır, yoktur.

Ancak Kırklı yıllarda ne sebepten olduğunu bilmediğim, Millet Bahçesinde teravih namazlarının kılındığını duymuşluğum vardır.

Kasabalı dikkatlidir, titizdir, iyi gözlem yapar.

Mesela.

Bazı çarşı esnafının (güya yetişemeyecekmiş telaşesiyle) hocanın namaza başlamasına az bir zaman kala, kolunun altına tutuşturduğu bir karton parçası ile koştura koştura caminin yolunu tutmasını, caminin içinde yer varken, o karton parçasını seccade niyetine, özellikle yayaların geçtiği yola sererek oradan gelen geçene Cuma namazında olduğunu göstermek istemesini tebessümle gözlemlerdi.

Kasabada, siyasetin camiye ayan beyan ilk kez ne zaman ve nasıl girdiğini benim gibi, eminim birçok kasabalı da çok iyi hatırlayacaktır.

70 li yıllar yarılanmış sayılırdı,

Fabrika lojmanları tarafındaki Pestilci Camisi, o zamana kadar mütevazi cemaatiyle bilinen bir camiydi. Sonrasında bu cami Cuma namazlarında kalabalığı en fazla olan camilerinden birisi olmuştu. İşte o zamanlarda bazı fabrika çalışanlarının oluşturduğu kalabalık, araçlarını bilerek ve de özellikle caddenin görünür kısmına bırakır, bu nedenle yolun trafik akışını engeller, oradan araçla geçmeyi bile neredeyse imkânsız hale getirirlerdi.

Nedeni 1974 yılındaki CHP ve MSP koalisyonuydu.

Fabrika yönetimi MSP ye bağlı Bakanlığa bırakılmıştı. Koalisyon öncesinde caminin yolunu bilmeyenler, vakit namazlarının saatini bilmeyenler “Cuma namazında cemaate katılıp kendimizi gösterirsek bizde bir şeylerden, bir şekilde sebepleniriz” riyakarlığına kapılmışlar, Cuma namazı öncesinde önce arabalarına sonra da kendilerine cemaatin en görünür yerinden yer kapma yarışına girmişlerdi.

Koalisyonun ömrü çok uzun sürmedi.

Sonrasında ne caminin önündeki yolun araçlarla tıkanması ne de cemaatin kalabalıklığı kaldı. Cami cemaati gerçek haline döndü.

Kasabanın çarşı camileri kadar mahallelerindeki camileri de önemlidir.

Önemlidir, belli bir yaşa gelmiş, her daim çarşıya pazara inemeyen mahalleli: memlekette, kasabada olan bitenden, yurttan dünyadan namaz öncesinde ve sonrasında cami kapısı önünde yapılan sohbetlerle haberdar olurdu.

Görüş alışverişinde bulunur, fikrini söyler çözülmemiş olayları çözer! gönül rahatlığı ile evinin yolunu tutardı!

Dikili yokuşunun başladığı yerde Orhan Gazi camisi veya kasabalının dilindeki adıyla Orta cami, kasabanın en eski ve ayakta kalan en yaşlı binalarından birisidir. Bu caminin Osmanlının fethi sonrası kiliseden camiye dönüştürülmesi, daha sonra ahali arasında isminin Orta Cami olarak yerleşmesine kadar hakkında yazılmayan yazı, söylenmeyen söz kalmamıştır.

Yalnızca ülke ve kasaba için değil insanlık adına hoşgörü adına değerli, kıymetli bir mirastır.

Orta Camiden Dikili yokuşuna sarıp yokun üst tarafına yakın bir yerde, daha net bir tarifle kasabanın şimdilerde yeni sanat üssü Akkuyu da Çelikel camisi vardır. Onun ilk ismi Süleyman Paşa camisidir. Zamanla harap hale gelmiş sonrasında yenilenmiştir, bu yenilemeyi Çelikel ailesinin üstlenmesinden sebep, cami o günden buyana bu ismiyle biliniyor.

Çelikel Camisi de aynı Orta Cami gibi tarihe meydan okuyan, öncelerde kilise olup, fetih sonrası Camiye dönüştürülmüş tarihi, kıymetli çok özel ve önemli bir emanettir.

Orta Camiden Akarca mahallesine girince, az ileride sağ iç tarafta Akarca Camisi vardır. Mescitten biraz hallicedir.

Dikili yokuşunun başladığı yerdeki çatalın sağ tarafından nispeten daha düz bir yolla Akarca Mahallesine girilir ve dikleşerek Zungur Mahallesine (Aslında kasabanın beşerî coğrafyasında böyle bir mahalle yoktur, kasabalı burayı böyle bilir böyle söyler) kadar çıkılır ya, yokuşun bitimine yakın yerde Kirmanlı Camisi vardır. Bu cami mahalleli arasında Mıslıcıların Camisi olarakta bilinir. Tam paralelinde Murtaza Camisi vardır.

Bu iki cami de kasabanın en yüksek mahallelerinin camileridir.

Son yıllarda kasabanın en popüler camisi Bozhane Camisi olmuştur. Konumu, ulaşım kolaylığı, araç trafiğine uygunluğu gibi nedenlerle uzun zamandır kasabada vefat edenlerin büyük çoğunluğu son yolculuklarına bu camiden uğurlanır oldu

Tarihi kasabanın, bu kadim kasabanın esas camileri bunlardır.

Bunun dışında Ramazan aylarında Teravih namazlarının kılındığı, yine ramazan boyunca gündüzleri mahalle kadınlarının topluca Mukabele okudukları sokak aralarında bazı mescitler de vardır.

Bu camilerde uzun yıllar hocalık, hafızlık yapanlar, adeta bu camilerle özdeşleşmiş birlikte anılır olmuşlardır.

Murtaza Camisinde Hafız Emin, Akarca camisinde va Ali Molla camilerinin adaş hocaları Alâeddin Hocalar, Mıslıcıların Kirmanlı camisinde zamanında okuduğu ezanla hala anılan Sarmacı bunlardan yalnızca birkaç tanesidir.

Karadeniz’in en güzel kıyılarından birine sahip kasabanın denize en yakın camileri Bozhane ve İskele camileri dir.

Birileri bu iki caminin son yıllardaki konumlarını yeterli görmemiş olmalılar ki bir iki sene önce “sahil yolu falan yapıldı camiler de denize uzak kaldı!” diyerek denizin içine cami yapmaya kalkıştı.

Ilgaz Dağı'nda sis etkili oldu Ilgaz Dağı'nda sis etkili oldu

Bunun bir şaka olabileceğini düşünenler, birader cemaat denizde mi abdest alıyordu diye latife yapanlar ortalık toz duman olunca, yapılırdı yapılmazdı teraneleri ayyuka çıkıp, protesto yürüyüşleri de başlayınca işin ciddi olduğunu anladılar.

Üstüne üstlük cami yapılmak istenilen yere sondaj gemisine demir attırıp eni konu zemin çalışmalarına da başlayınca, kelli felli yetkililerin fizibilite mizibilite beyanatları da peş peşe gazetelere düşünce işin rengi belli olmaya başladı.

Aklı başında kasabalının “ya bunlar deli mi, başka yer mi kalmadı, o kadar cami yeri ortada dururken neden burada direniyorlar, bunlara hiç kimse Karadeniz nedir, Kestane Karası nedir anlatmadı mı” diyen itirazları, denizin ortasında çok güzel duracak, kasabanın tanıtımına yardımcı olacak, çok da güzel bir köprü ile geçilecek güzellemeleri ile savuşturulmaya çalışıldı.

Halbuki,

Cami yapılmak istenen yerde Cumhuriyetin kuruluşuna, kurtuluş savaşına önderlik yapmış muhteşem koca bir anıt Alemdar Gemisi,

Yanında

Çağdaşlığa, sanata kültüre aracılık eden kasabada bu amaçla düzenlenen etkinliklere ev sahipliği yapan Amfi tiyatro vardı.

Burası kasaba gençlerin, kızlı erkekli gurupların en fazla eğlendikleri yer haline gelmişti. Canlılığı, haraketliliği ile karşı kıyıdaki Çınar Altı’ nın dingin ve sohbeti bol haline alternatif olmuştu Kasabanın gençleri burada şarkılarla türkülerle çok eğleniyorlardı, hoşça vakit geçiriyorlardı.

Denizden bakıldığında yukarısında Ulu Önder rölyefli Göztepe, aşağıda ulu çınarların gölgesinde muazzam Atatürk heykeli, kasabalı yaşlıların muhabbet sohbet ettikleri çay evleri, sahil bandında kafeler pastaneler.

Bu durum birilerine ters gelmişti, rahatsız olmuşlardı?

Yer kalmamış gibi, proje yeri olarak bula bula burasını bulmuşlardı, hem amfi tiyatronun hemde Alemdar gemisinin kullanım alanları kırılıp dökülecekti, tahrip edilecekti.

Denizdeki savaşta yenilmeyen gemiyi karada yenmenin peşine düşmüşlerdi.  

İşi biraz soğumaya alanlara, bir müddet için rafa kaldıranlara, sinsi sinsi planlar yapanlara, kasabalının yaptığı itirazları dikkate almayanlara 19 Kasım 2023 de önemli bir uyarı geldi.

Projeyi yapmak istedikleri yere de bir işaret bırakıldı.

Şu iki parça haline gelen geminin haline bir bakın, sonra da isterseniz projeye kaldığınız yerden devam edin denildiği, bunu da duyanların olduğunu söylüyorlar!

Nuri Öztürk / İZMİR

 

Editör: Derya Tetik