Fütürizm TDK’ya göre “GELECEKÇİLİK” anlamına gelen bir kelimedir ve "Olumlu Gelecek Tasarımı" olarak tanımlanır. Bu tanımlamaya göre fütürist kelimesini de "Olumlu Gelecek Tasarımcısı" olarak açıklamamız yanlış olmaz. Yaşadıkları zamanla problemleri olan donanımlı ve aynı zamanda anarşist bireylerin yönelim gösterdikleri bir akım desek daha doğru olur gibi geliyor bana. ”Eski köye yeni adet getirenler” dedikleri işte bu müthiş özgüvenli ve cesur insanlar. Bir ara “Ben de fütüristmişim meğer” diye düşünmüştüm ama baktım ki yeteri kadar cesur değilim. “O cıss, bu kaka, bu günah, el âlem ne der?” lerle büyütülmüş çocuklarda maalesef devrimci ruh gelişmiyor. Bu tür bireyler önünde sonunda ona kız, buna sinirlen derken benim gibi Küfürist olup çıkıyorlar. Küfür etmek de bedava değil ki kardeşim. Bir yığın tazminatı var. Anlaşılan olmasını istediğim şeyleri sanki ileride olacakmış gibi yazarak içimi soğutmak, geleceği olumlu bir şekilde tasarlamak benim için hayal olmuştu. Ama şeytan azapta olsun misali karşıma o fırsat çıkıverdi. Masal bu ya!
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde cennet vatanımızda “Gelecekçilik” ilgili bir yarışma tertipleniyor. Bütün fütüristler akın akın yarışmaya katılıyorlar. Fütürist olmasam da katılanların arasında ben de varım. Film-Kurgu tarzında yazdığım ve aşağıda bir bölümünü paylaştığım oldukça kapsamlı bir yazıyla yarışmaya katılıyorum. Ve geriye heyecanla sonuçları beklemek kalıyor.
Yıl 2023. Cumhurbaşkanlığı ve Genel seçimler her zaman olduğu gibi dünyada örneği görülmeyecek bir huzur ortamında gerçekleştirilmiş, tarafsız cumhurbaşkanı ve siyasi partiler basiretli ve sağduyulu seçmenin teveccühlerine mazhar olmuşlardır. Mevzuat gereği Yüksek Seçim Kurulu seçim kesin sonuçlarını ilan etmiş ve ilandan üç gün sonra da seçilen milletvekilleri çağrı olmadan yüce meclisin çatısı altında toplanmışlardır. Çünkü o gün andiçme ve vatan için serden vaz geçme günüdür. Bu yemin bir milletvekili için “Ya istiklal, ya ölüm” parolasıdır. Çok stresli bir mesleğe intisap eden bu milletvekilleri için “yemin edinceye kadar akla karayı seçerler” desek yeridir. Çünkü yemin süreci sırat köprüsünden geçmek gibi gelir onlara. Ama ne zaman ki yemin biter ve bu kutsal dava için baş koymuş bu vatan evlatları hafıza kaybına uğrarlar. Seçilmek için peşlerinden koştukları insanları tanımamaya başlarlar. Hatta “Unuttun beni zalim” diye şarkısı da vardır. Tıp dilinde buna “Parlamento Unutkanlığı” denir. Bundan sonra seçenler seçtikleri milletvekillerinin peşlerinden koşacaklardır. Ve bu koşuların tamamına yakını engelli olarak gerçekleşecektir. Engelsiz koşuyla milletvekillerine ulaşabilenlerin sayısı oldukça azdır. Ulaşamayanların feryatları milletvekili için ince perdeden çalınan bir sazdır.
Ama bugünkü birleşim farklıdır sanki. Sanki dersler alınmış, dersler verilmiş gibi bir durum vardır ortada. Değişmeyen tek şey teamüller gereği en yaşlı üyenin meclis oturumuna başkanlık yapacak olmasıdır. O muhterem zat önceden bellidir zaten. Yirmi beş yıldan bu yana parlamentoya seçilen Süleyman Tutkal’ı yapıştığı koltuktan ayıramadıkları için bir dönem daha seçmek zorunda kalmışlardır. O da frak giyerek geldiği için ihale otomatik olarak onda kalır. Divan oluşturulmasından hemen sonra yemin töreni başlayacaktır. Ancak o sırada ilginç bir gelişme olur. Seçilmiş ama henüz yemin etmemiş bir milletvekili meclis başkanlığına bir önerge verir. Bu genç adam tarihte ilk defa 85.000 KDz. Ereğli’li seçmenin tamamının oyuyla Zonguldak milletvekili seçilen Demir Karaelmas’tır. Önergenin kabulü için yapılan oylamada 600 elin kabul anlamında kalkması ülkede yeni bir dönemin başlayacağının işaret fişeğidir sanki. O andan itibaren Genel Kurul salonunda çıt çıkmamaktadır. Yer yer öksürük sesleri genç milletvekilinin kürsüye çıkmasıyla son bulur. Ve genç adam titrek bir sesle konuşmaya başlar.
Sayın milletvekilleri. Henüz yemin etmedik ama ben sizlere milletvekilleri diye hitap edeceğim. Ben şu anda kendimi Kurtuluş Savaşı esnasında elverişsiz şartlar içinde kararlar vermek zorunda kalan ilk meclisteymişim gibi hissediyorum. Evet, şartlarımız çok farklı. Onlar kavrulmuş nohut kahvesi içerken, Meclis lokantasında bizi birbirinden lezzetli yemekler bekliyor. Sonrasında da içeceğimiz çeşitli cins kahveler ve çaylar da cabası. İnşallah vatandaşlarımız bunları bize helal ederler. Sizler de biliyorsunuz ki bu cennet vatanın şu an içinde bulunduğu şartlar yüz yıl öncesinden hiç te farklı değil. Topraklarımızda düşman askerlerinin potinleri yok belki ama emperyalistlerin rugan ayakkabıları madenlerimizin, akarsularımızın, bankalarımızın, ekonomimizin ve eğitimimizin üzerinde gezinmekte. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve olmayacaktır da. Ta ki bu yüce parlamentonun çatısı altında ülkeye hizmet etmek için oturmakta olan bizler dur diyene kadar. Bu ülkeye borcumuz var. Uzun zamandır önce işlevsiz bir hale getirilmiş bu yüce mecliste nöbet sırası şimdi bizde. Bilmeyenler geçen dönem bu çatı altında görev yapan veya yapmaya gayret eden deneyimli milletvekillerinden minder dışına itilmenin ne olduğunu öğrenebilirler.
Sayın milletvekilleri. Hiçbir şey olmamış gibi aynı düzeni devam ettiremeyiz. Bu milletin bizim yükümüzü dahi kaldıracak tahammülü kalmamıştır. Kaldırıyorlarsa da üstlendiğimiz göreve duydukları saygıdandır. Evet, memlekette iyi kötü çarklar dönüyor. Çarklar dönüyor ama şaftı döndüren kayış kopuk. Haliyle pervane dönmüyor işte. Tekne gitmeyince çark dönmüş kime ne. Ama bu böyle gitmez arkadaşlar. Asıl sahipler çöp kutularından yiyecek toplarken, çocuklar beslenmeleri gereken yaşlarda et, süt tüketemezken, kadınlar evlerinde tencere kaynatamazken, gençler üniversiteye girdikleri halde barınacak yer bulamadıkları için memleketlerine geri dönerken vekiller olarak bizler aynı düzeni sürdüremeyiz. Sürdürmemeliyiz. Bizler bu günden itibaren yasalarla belirlenmiş süre içerisinde bu memleketin yönetiminde söz sahibi olacak ve sorumluluk alacak kişileriz. Memleketin nizamını, düzenini koruyacak yasaları bizler çıkaracağız. Yine önceden olduğu gibi bir partinin ülke yararına verdiği önergeyi başka partiler kabul edecekler mi etmeyecekler mi hep birlikte göreceğiz. Ve yine milletvekillerinin özlük haklarıyla ilgili önergeyi parti ayırımı olmaksızın tamamımız kabul mü edeceğiz onu da göreceğiz. Yine öyle olacaksa hiç ders almamışız demektir.
Unutmayın seçmenlerimiz bizi daha da önce gördüler. Ve çoğumuz aradan zaman geçtikten sonra sinekkaydı traşlı, bakımlı ve lacivert takım elbiseleri giymiş ve yakasına nal gibi rozet takmış bir vaziyette o seçmenlerimizin karşısına çıkacağız. O avurtları çökük, tıraş olmaya bile isteği olmayan, kuvvetle muhtemel tıraş olmaya para ayıramayan o insanlar bizdeki o başkalaşımı görmeyecekler mi? Şimdi bana kimse biz bu göreve vatana hizmet için talip olduk demesin. Buna çocuklar bile güler. Elbette hizmet için bu yola baş koymuş olanlar vardır. Ama ne olursa olsun bu tür görevlere talip olmak şarklı toplumlara has bir güç kazanma halinden başka bir şey değildir. Önemsenmenin, günde elli kere aranmanın ne kadarı vekâleten üstlenilen görev içindir. Milletvekillerinin görevi çarkı döndürmek, yangınları söndürmek olmalıdır. Vatandaşların araması, onlara yardımcı olmak, hastanelerde işlerini kolaylaştırmak, seçmenleri evlerinde ağırlamak popülist yaklaşımlardır. Milletvekilleri öylesine sıkı çalışmalılardır ki vatandaş onlardan medet ummaya gerek duymasın. Duymasınlar ki milletvekilleri de aldıkları maaşları o ağırladıkları seçmenleriyle bağdaştırıp “Masrafımız çok” diye savunma yapamasınlar. Adalet mekanizması çalıştığında, ekonomi yolunda gittiğinde, asayiş sağlandığında, tencereler kaynadığında seçmenler milletvekillerinin kapısına gitmezler. Gidenler elbette bulunur. Onlar da memleketin hayrına işler değildir elbette. Söyler misiniz bana bir milletvekili nasıl zengin olabilir? Şöyle bir baktım da çoğunuzdan oldukça gencim. Ve ne yazık ki bu güzel memleketimde işlerin tıkır tıkır yürüdüğünü görmedim. Sanırım yaşça büyük olanlarınız da görmemiştir. Ve ben diyorum ki fırsat bu fırsattır.
Şimdi söyleyeceklerimi dikkatle ve sabırla dinlemenizi istiyorum. Yemin töreninden hemen sonra yapılacak ilk oturumda milletvekili maaşlarının düşürülmesiyle ilgili özel bir yasa çıkarılması için önerge vereceğim. Tabii bu önergem sadece maaşlarla ilgili olmayacak. Ülkemizin toparlanma süreci içerisinde aynı partinin beş milletvekiline sadece bir danışman ve bir sekreter atanmasını teklif edeceğim. Her milletvekilinin kendisin, ailesinin ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerin sağlık harcamalarını kendilerince karşılanmasını teklif edeceğim. Bakanların görev süreleri bittikten sonra bile ömrü billah “Bakan” olarak anılmamasını teklif edeceğim. Milletvekilliği biten kişilerin “Eski Aydın milletvekili falan filan” etiketlenmemesini teklif edeceğim. Ve varsa ki muhakkak vardır yüksek bürokratların da ayrıcalıklı olarak bazı haklardan yararlanamamasını teklif edeceğim. Bu güne kadar ülke bu tür uygulamalardan hiçbir fayda görmedi. Zarar göreceğini de sanmıyorum. Ve son olarak da yasa yapıcı, karar verici ve yüksek düzeyde uygulayıcı mercilerin tamamının aile boyu servet beyanında bulunmalarını ve bunun altı ayda bir yenilenmesini teklif edeceğim. Bu millet için ikinci bir kurtuluş savaşının başlangıç günü bugündür. Cehalet, israf, ihanet en büyük düşmanımızdır. Bugünden tezi yok ülkenin en ücra köşesinde aydınlanma hareketini başlatamaz veya baltalarsak, Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının, esnafın, eşrafın, din adamlarının gaz lambalarıyla aydınlatılan o ilk mecliste yaktıkları meşaleyi bu pırıl pırıl aydınlatılmış, ceylan derili koltuklarla döşenmiş yüce parlamentomuzda söndürürsek bizlere bin kere yazıklar olsun. Sizlerden tek ricam var. Ettiğimiz yemine sadık kalalım. Söylemek istediklerim bu kadar. Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Genel Kurulu selamladı ve kürsüden ayrılarak yerine doğru yöneldi. Kendisini tebrik etmek isteyen partidaşlarına başıyla selam vererek gitti yerine oturdu. O gün ilk defa genel kurulu bu kadar yüksek perdeden alkışlara şahit olmuştu. Manavgat Çağlayanı salonda çağıldıyordu sanki. Geçen dönemde de milletvekilliği yapmış olanlardan bazıları masalarına kapaklanmış öylece alkış seslerinin dinmesini bekliyorlardı. Başkan ağlamaktan buğulanmış gözlük camlarını sildikten sonra radarla tarar gibi salonu gözlemeye başlamıştı. Bunca yıllık tecrübesiyle yüzlerden bir anlam çıkartmaya çalışıyor gibiydi. Alkışlar kesilince de tüzük gereği yapılması gereken işlemleri başlattı. Ve yemin eden vekillerin daha coşkulu, daha içten olduklarını gördüğünde bazı şeylerin değişeceğine o da emin olmuştu artık.
Genç adam bir sürü formalitelerden sonra dediğini yaptı ve önergesini sundu. Mutluydu çünkü verdiği önergenin ekinde 300 milletvekilinin imzası vardı. Onu en çok sevindiren ise rakip partilere mensup milletvekillerin de kendisine destek olmalarıydı. Verdiği önergenin kabul edilmesinden sonra söylediği tek şey şu oldu. “Önergemin kabulünden çok oylama sırasında büyük ekrana yansıtılan ilk meclis oturumunun görüntülerine çok sevindim. Meclis oylama sonucunu değil de Mustafa Kemal Paşa’nın kürsüden yaptığı konuşmayı alkışlıyordu sanki. O anı hiç unutmayacağım”
Gönderdiğim yazının bir bölümünü okudunuz. İşte beni yarışma dışı bırakan bu sizinle paylaştığım bu bölüm oldu. Yarışma Komitesinden yazımın fütürizmle ilgili olarak değerlendirilemeyeceğiyle ilgili bir yazı aldım. Çabalarım için teşekkür ediyorlardı ve yazımın eğer istersem “Gerçekleşmesi Mümkün Olmayan Dünya Halleri” kategorisinde değerlendirilebileceğini söylüyorlardı. Emeklerim boşa gitmesin diye kabul ettim. Yaklaşık bir ay sonra yarışma komitesinden bir zarf daha aldım. Titreyen parmaklarımla açtığım zarftan çıkan yazıda şöyle diyordu.
“Olması Mümkün Olmayan Dünya Halleri”
Yarışma Komitesi Başkanlığı
Sayın Yazar,
Kahramanınız milletvekilleriyle ilgili verdiği önergelerle mevcut şartlar çerçevesinde bazı radikal kararlar aldırmayı başarmış ise de bu gibi durumlar zaman zaman olabilmektedir. Ha keza dünyanın herhangi bir yerinde bir seçmen topluluğunun tamamının bir adaya oy vermesi de mümkündür. Ancak KDz. Ereğli seçmeninin tamamının bir milletvekiline oy vermesi eşyanın tabiatına uygun olmadığından asla mümkün görülmemiştir. İşte tam da bu noktada yarışma konusunun ruhunu yakalamış olmanızdan dolayı komitemiz sizi birincilik ödülüne layık görmüştür.
Hay böyle birinciliğin içine. Dedim size ben fütürist değilim diye.…
Haluk HANÇER