Kemal ANADOL
Çağımız dünyasında bir endüstri haline gelen futbol madalyonunun iki yüzü var. Birinci yüzünü Simon Kuper adlı yazar, 1994 yılında İngiltere’de yayınladığı “Futbol Sadece Futbol Değildir” kitabında ayrıntılarıyla anlatıyor. Meraklıları 1996 yılında Türkçe’ye çevrilen bu eseri okumuşlardır sanırım. Medyamızda geniş biçimde yer alan transfer ücretleri, antrenörler, teknik adamlar, menajerler, dünyaca ünlü başkanlar, milyonlar, milyarlar… Yeterli donanıma sahip olmadığım bu konuda konuşmak ve kalem oynatmak hakkım hatta haddim değil. Zaten bankacılıktan, dış politikaya, spordan ekonomiye ahkâm kesen ekran tipleri her akşam kamuoyunu yeteri kadar öfkelendiriyor. Tanrı korusun bunlara ilâve olmak istemem.
Madalyonun ikinci yüzünün siyasetle az veya çok ilgilenen, gelişmeleri izleyen kitlelerin dikkatini çekeceğini sanıyorum. Nasıl mı? Anlatayım. Dört büyük futbol kulübümüz geçtiğimiz aylarda ve günlerde genel kurullarını topladılar. 3 Aralık 2023’te Beşiktaş (BJK), 11 Mayıs 2024’te Trabzonspor, 25 Mayıs 2024’te Galatasaray, 9 Haziran 2024’te de Fenerbahçe kongreleri yeni yöneticilerini seçtiler. Bu toplantıların ortak tarafı seçimlerin doğrudan demokrasi yoluyla gerçekleşmesiydi. En son seçimi Fenerbahçe Spor Kulübü yaptığı için örneklerimi buradan vereceğim.
Fenerbahçe’ye üye olmak için bir kereye mahsus 75 bin lira giriş ücreti alınmaktadır. Yıllık ödenti 750 liradır. Üyelik, adli sicil kaydı gibi yasal koşullar yerine getirilince gerçekleşmektedir.15 Mayıs 2024 tarihinde oy kullanabilecek üye sayısı yani seçmenler 46 bin 410 olarak açıklanmıştır. 9 Haziran genel kurulunda 27 bin 469 üye oy kullanmıştır. Ali Koç 16 bin 464, Aziz Yıldırım ise 10 bin 483 oy almışlardır.
Diğer üç büyük kulübün seçimleri de buna benzer kurallar geçerli olarak yani doğrudan demokrasi yoluyla gerçekleşmiştir. Kısaca adaylığa soyunanlar haklarına razı olmuşlardır.
Ülkenin önde gelen spor kulüplerinin önde gelen siyasal partilere örnek olmasını diliyorum. 1965 seçimlerinden 1980’e uzanan zaman diliminde partiler yargıç denetiminde ön seçim yapıyorlardı. Ön seçim ana kural merkez yoklaması istisnaydı. O dönemde partiler ön seçimlerini delege sistemiyle gerçekleştiriyorlardı. Zamanla delege sisteminin sakıncaları ortaya çıktı. Doğrudan demokrasiye yani gerekli koşullara sahip tüm üyelerin oy kullandığı seçimlere geçildi. Günümüzde Avrupa’da sağdan sola bütün partiler adaylarını hatta genel başkanlarını bu yöntemle seçmektedirler. Delege sistemi çoktan terk edilmiştir.
1980 faşist darbesi en büyük zararı siyasal partilere vermiştir. Siyasetin okulu partilerdir. Partilerin içinde demokrasi olmazsa ülkedeki demokrasi ne kadar sağlıklı olabilir? Bugün demokrasimiz bunun sancılarını çekiyor. Siyasi Partiler Kanunu diğer yasalarla aynı statüye sahiptir. Herhangi bir maddesi salt çoğunlukla değiştirilebilir. “Darbe anayasası” söylemiyle kapı kapı dolaşan TBMM Başkanı ile AKP Genel Başkanı 12 Eylül ürünü olan Siyasi Partiler Kanunu’ndan niye söz açmıyorlar?
Kaldı ki, mevcut yasa tüm üyelerle ön seçimi esas almakta ve düzenlemektedir. Merkez yoklaması istisnadır. Mevcut CHP Tüzüğü de tüm üyelerle ön seçimi esas almaktadır. Konunun ayrıntılarına girmeye yerim yeterli değil. Başka platformlarda herkesle tartışmaya hazırım. Ama gerçek şudur: Siyasi Partiler Kanunu Anayasa’dan da önemlidir. Çünkü Anayasayı değiştirecek veya yapacak milletvekillerinin niteliği hatta meşruiyeti çok önemlidir. Tek adamın, genel başkanın belirlediği milletvekillerinin yaptığı Anayasa ne kadar inandırıcı olacaktır?
Bazı farlılıklar olsa da spor kulüpleri seçimlerinin siyasal partilere örnek olmasını diliyorum.