Ülkede iktidarların baskılı dönemleri hep olagelmiştir. Böyle dönemlerde köşe yazarlarının işi de bir hayli zorlaşır. Fincancı katırlarını ürkütmeden, iktidara, patronlara dokundurmadan yazı yazmak kolay iş değildir. Hele de çalıştığınız gazetenin patronları gazetecilik dışında aklınıza gelebilecek her işi yapıyorlarsa… Eski ustalarımız geldi aklıma Refi Cevat Ulunay, Burhan Felek, Hasan Pulur, Çetin Altan gibi. Baskının arttığı böyle dönemlerde hem iktidarı kızdırmamak hem patronlarını üzmemek için fıkra anlatmayı seçerlerdi, özellikle de Bektaşi fıkraları. Yazıya ben de Hasan Pulur ustamızın bir fıkrasını sizlerle paylaşarak başlayayım istedim.
“Sarayda padişahın canı patlıcan yemek istemiş. İstek aşçıbaşına iletilmiş bu sırada dalkavuk hemen devreye girmiş:
-Padişahım bu patlıcan çok faydalı sebzedir. Mideyi yormaz, tadı enfestir, hazmı kolaydır, vitamini boldur harika bir seçim yaptınız gibi patlıcana övgülerini sıralar. Öylece sarayda hemen her gün patlıcan kebabı, beğendi, imambayıldı peş peşe padişaha sunulur. Her Allah’ın günü patlıcan çıkmasından bıkar padişah ve yakınlarına söylenir. Yeter yahu her gün patlıcan, her gün patlıcan yok mu başka yemek. O anda dalkavuk yine girer devreye ve başlar patlıcanı kötülemeye: “Hakk-ı âliniz var sultanım, üstelik bu patlıcan en değersiz sebzedir, tadı da kekremsidir, mideye de hiçbir yararı yoktur. İçinde vitamin bulunmaz isabet buyurdunuz bundan böyle patlıcan sofraya gelmesin,” deyince padişah öfkeyle patlar: “Yahu sen değil miydin bu patlıcanın yararlarını öven. Patlıcan mideye yararlıdır, patlıcan mideyi yormaz, patlıcan bol vitaminlidir diye söylenip durmuyor muydun?” deyince dalkavuk boynunu büker, der ki “Ben sizin dalkavuğunuzum patlıcanın değil.”
Evet, bu fıkra dolayısıyla ustamız Hasan Pulur’u da rahmetle analım. Günümüzde dalkavukluk kişiselliğinden çok kurum haline geldi. Artık kurumlar bazında iktidarın gücüne dalkavukluk yapılıyor. Şu Ayasofya meselesinden sonra düşünmeye başladım. Partili Cumhurbaşkanıyla AKP iktidarı nasıl bir yük sırtlanıyor. Savaşmak onlar için adeta yaşamlarının olmazsa olmazı. Ülke dışında Suriye, Irak, Libya, Kürtlerle çatışmalar hiç bitmiyor. Tersine yaygınlaşıyor. Yurt içinde hukukun bireylere adil bir biçimde dağılması için uğraşan avukatların örgütü barolar düşman belleniyor. Yazılı basında halkın haber alma bilgilenme hakkı için çalışan azınlıktaki gazeteciler de iktidar erkinin hedefinde. Sağlık konusunda halka gerçekleri anlatma uğraşındaki Türk Tabipleri Birliği de iktidarın radarında. Cumhuriyetin kazanımlarını bir bir yok etmek için hummalı bir çalışma var. Ve iktidar erkinin bir başka savaşımı da Cumhuriyetin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’le sürdürdükleri savaş. Yakın tarihi çarpıtarak onu da çatışmaların göbeğine oturtuyorlar. Ayasofya’yla beraber de iktidarımız artık Hristiyanlığa karşı savaş açmış görünüyor. Peki, bütün bunlar olurken ana muhalefet ne yapıyor derseniz. Sessizce onay veriyor, suskun bir biçimde seyrediyor. Bir iktidarın böyle bir ana muhalefete sahip olması tarihin büyük şanslarından biri.
Dalkavukluktan açtık sözü, vatan şairi olarak ünlenen Namık Kemal (1840-1888) döneminde vatanseverliğin bedelini baskılarla, sürgünlerle yaşamak zorunda kalan aydın bir yazarımız ve şairimizdi. Usta yazar Hıfzı Topuz’un Namık Kemal kitabını karıştırdım dün gece. Şairin kaleme aldığı dalkavukluğu hicveden ünlü dizelerini buldum. Bu dizeleri paylaşarak yazımı sonluyorum. “Vatanı sattık bir pula”:
Edepsizlikte tekleriz,
Kimi görsek etekleriz,
Haktan da yardım bekleriz,
Ne utanmaz köpekleriz...
Geldik vatan kavgasına,
Düştük rütbe yağmasına,
Daldık dünya sefasına,
Ne utanmaz köpekleriz....
*
İnsan mı neyiz seçilmez,
Bir zehirdir ki içilmez,
Tavrımızdan da geçilmez,
Ne utanmaz köpekleriz...
Biz bakmadan sağa sola,
Düşman girdi İstanbul’a,
Vatanı sattık bir pula,
Ne utanmaz köpekleriz...
Dalkavuklukla irtikap,
İşte etti bizi harap,
Sen söyle ey Şevketmeab,
Ne utanmaz köpekleriz...
Vatanın girdik kanına,
Leke getirdik şanına,
Cümlemizin bok canına,
Ne utanmaz köpekleriz...